Haksız Fiil Sorumluluğunda Dürüstlük Kuralı

I. TÜRK MEDENİ KANUNU’NUN 2. MADDESİ

Türk Medeni Kanunu’nun “hukuki ilişkilerin kapsamı” ana, “dürüst davranma” alt başlıklı 2. maddesi

“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.

Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”

şeklinde olup, dürüstlük kuralı ile hakkın kötüye kullanılması isimli iki genel ilkeye yer verilmiştir.[1]

Söz konusu iki ilke herkese, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüst davranmayı emrederken aynı zamanda bir hakkın kötüye kullanılmasını da hukuk düzeninin korumayacağını ifade etmektedir.

Dürüstlük kuralı, kişilere hukuki ilişkilerinde; dürüst, namuslu, ahlaklı, makul ve diğer kişilerde yaratılan güvene uygun şekilde davranma yükümlülüğünü getirmektedir.[2] Hakkın kötüye kullanılmasının yasağı ise bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılmasıdır.[3]

İşbu iki ilkenin sınırları ise tam olarak belli olmayıp çoğu zaman aynı anda uygulanmaktadır. Nitekim dürüstlük kuralı ile hakkın kötüye kullanılması yasağının “bir madalyonun iki yüzü gibi” olduğu doktrinde ifade edilerek esasında dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağının, aynı ilkenin olumlu ve olumsuz olarak iki değişik ifade ediliş şekli olduğu belirtilmiştir.[4]

Bununla beraber dürüstlük kuralı kavramının uygulama alanın kanun hükümlerinin ve hukuki ilişkilerin içeriğinin yorumlanması  ve tamamlanması olduğu; hakkın kötüye kullanılmasının yasağının ise kanun hükümlerinin münferit olaylarda denetlenmesini sağladığı ve gerektiğinde bunları düzeltici bir işlevi olduğu da doktrin tarafından belirtilerek anılan ilkelerden birinin söz konusu olduğu durumda, diğerinin doğrudan bir etkisinin olmayabileceği de ifade edilmiştir.[5]

Nitekim dürüstlük kuralının uygulama alanı daha çok kanun hükümlerinin yorumlanmasında, kanuna karşı hilenin önlenmesinde ve özellikle sözleşme öncesi görüşmeler –culpa in contrahendo– ile sözleşmenin kurularak, hükümlerinin yorumlanarak değiştirilmesinde veya sözleşmenin sona erdirilmesinde  uygulama alanı bulmaktadır.

Hakkın kötüye kullanılması yasağı ise genel bir ahlaki sınırlama olup, herhangi bir hakkın kötüye kullanılması halinde, hakkın dürüstlük kuralına aykırı bir şekilde kullanıldığı halde devreye girerek uygulanacaktır.

Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı herkesin uyması gerekli olan emredici nitelikte bir kural olup, re’sen nazara alınan genel bir hükümdür. Ancak buna rağmen dürüstlük kuralı bazı kanun hükümlerinde özel olarak düzenlenmiş ve korunmuştur. Örneğin haksız rekabete ilişkin TBK m. 57 ile TTK m. 54[6] dürüstlük kurallarına aykırı davranışların hukuka aykırı olduğunu düzenlemiştir. TBK m. 34[7]’te ise yanılanın yanıldığını dürüstlük kuralına aykırı olarak ileri süremeyeceği belirtilmiştir. HMK m. 29’da[8] ise tarafların yargılama esnasında dürüstlük kurallarına uygun bir biçimde hareket etmesi gerektiği ifade edilmiştir.

İşte bu noktada dürüstlük kuralının temel bir koruma normu olup olmadığı ile dürüstlük kuralına aykırı davranışta o davranışı yasaklayan ayrı bir özel normun aranmasına, hukuka aykırılık unsurunu sağlamak için, gerek olup olmadığı doktrinde tartışmalı olup, çalışmanın ana konusu olan işbu tartışmaya aşağıda ayrıntılı bir şekilde değinilecektir.

II. HAKSIZ FİİL SORUMLULUĞUNDA DÜRÜSTLÜK KURALININ ETKİSİ

Haksız fiil, sözleşmeler ve sebepsiz zenginleşme ile vekaletsiz iş görme gibi borç kaynaklarından biri olup,  Türk Borçlar Kanunu’nun 49/1 maddesinde “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür tanımı gerçekleştirilmiştir.” şeklinde tanımı gerçekleştirilmiştir.

Buna göre haksız fiil sorumluluğunun doğması için hukuka aykırı ve kusurlu bir fiille bir başkasına zarar verilmesi ve fiille zarar arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir. İşbu dört unsurun aynı anda gerçekleşmemesi halinde haksız fiil sorumluluğu doğmayacak ve tazminat söz konusu olmayacaktır.

Genel bir norm niteliğinde olan ve haksız fiilin tanımını yapan TBK m. 49/1 haksız fiilin unsurlarını saymakla birlikte tanımlarını gerçekleştirmemiştir. İşbu nedenle Türk-İsviçre doktrini ve mahkeme kararları ile haksız fiilin unsurlarının tanımları gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.

Özellikle de hukuka aykırılık unsurunun tanımlanması dürüstlük kuralına aykırı davranışlar sonucu oluşan zararların haksız fiil sorumluluğu kapsamında tazmin edilip edilmeyeceği hususunda önem taşımakta ve işbu çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır. İşbu nedenle aşağıda hukuka aykırılık unsuruna ve hukuka aykırılık unsurundan ne anlaşılması gerektiğine dair doktrinde ortaya atılan teorilere kısaca değinilecek, akabinde dürüstlük kuralının bir koruma normu olup olmadığı tartışmalarına yer verilerek, en son olarak dürüstlük kuralının haksız fiil sorumluluğuna etkisinin somutlaştırılması için dürüstlük kuralının temel alındığı bazı salt malvarlığı zararlarına ilişkin kararlardan bahsedilecektir.

1. HUKUKA AYKIRILIK UNSURU

Hukuka aykırılık unsurundan da ne anlaşılması gerektiği hususunda yıllardır süregelen tartışmalar mevcudiyetini korumakla birlikte, hukuka aykırılık unsurunun temel fonksiyonu haksız fiil sorumluluğunu sınırlandırarak hangi menfaatlerin hukuki olarak korunacağını belirlemektedir.[9]Dolayısıyla hukuka aykırılık unsurunun tanımlanması ile birlikte  hangi zararların tazmin edilip edilmeyeceği hususu çözüme kavuşabilecektir.

Hukuka aykırılık unsurunu açıklayabilmek için doktrinde subjektif ve objektif hukuka aykırılık teorileri ortaya atılmış; hakim görüş olan objektif hukuka aykırılık teorisinin yeterli görülmemesi nedeni ile de son olarak üçüncü bir hukuka aykırılık teorisi de tartışmalara katılmıştır.

1.1 Subjektif Hukuka Aykırılık Teorisi

Temelini Fransız Borçlar Kanunu’ndan alan subjektif hukuka aykırılık teorisine göre, zarara sebebiyet veren kişi, zarara uğrayan kişinin hukuki menfaatlerine müdahalede bulunmak konusunda açıkça yetkili kılınmaksızın bir zarar vermiş olduğu takdirde hukuka aykırı davranmış olacaktır.[10]

Dolayısıyla kural zarar verenin eyleminin hukuka aykırı sayılması olup, istisna zarar verenin eylemini gerçekleştirmesinde bir hakkı veya izni bulunması halinde, hukuka uygunluk nedeninin bulunması halinde, fiilin hukuka aykırı olmamasıdır. Nitekim doktrinde de subjektif hukuka aykırılık görüşü, hukuka aykırılığı “zarar verenin bu zarar verici davranışta bulunmaya yetkili ve izin olmaması”[11] şeklinde tanımlamıştır

Haksız fiil sorumluluğunun sınırlarını aşırı genişleten ve zararlar arasında herhangi bir şekilde ayrım yapmayıp, hukukun açıkça izin vermediği her şeyin hukuka aykırı olduğu görüşünde olan bu teori doktrinde azınlık bir görüş olup, günümüzde etkisini yitirmiştir.

1.2 Objektif Hukuka Aykırılık Teorisi

Türk-İsviçre doktrininde hakim görüş olan objektif hukuka aykırılık teorisine göre ise hukuka aykırılık, “zarar gören değeri korumak için hukuk düzeninin yasakladığı bir davranışta bulunmaktır.”[12] şeklinde tanımlanmış ve haksız fiil sorumluluğunda fiilin hukuka aykırılığı bu fiilin genel bir davranış kuralını ihlal etmesi olarak ifade edilmiştir. Söz konusu tanımdan yola çıkarak objektif hukuka aykırılık teorisine göre, subjektif hukuka aykırılık teorisinin tam tersine, hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşmesi için zarar verici eylemin hukuk düzeni tarafından yasaklanması gerektiği, yani genel bir davranış kuralının ihlal edilmesi gerektiği; hukuk düzenin yasaklamadığı eylemlerden zarar doğması halinde hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşmeyip haksız fiil sorumluluğunun söz konusu olmayacağı çıkarımı yapılabilir.

Genel davranış kuralları ise kişilerin yapmaları gereken davranışlar ile yapmamaları gerekli yasaklardan oluşmaktadır. Dolayısıyla davranış kuralları iki farklı türde karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak, kişilerin mutlak haklarını korumayı amaçlayan davranış normları yani temel koruma normları ihlal edilmiş olabilir. İkinci olarak ise, kişilerin malvarlıklarını korumayı hedefleyen bir davranış kuralı ihlâl edilmiş olabilir. Bu tür davranış normlarına da (özel) koruma normu denmektedir. Hem temel koruma normları hem de özel koruma normlarının ihlâli halinde genel bir kanuni yükümlülük ihlâli söz konusu olacaktır.[13]

Temel koruma normları ise Türk-İsviçre hukukunda, Alman hukukunun aksine tek tek sayılmamış, bu husus da doktrinde ve yargı kararlarında çeşitli tartışmalara yol açmış ve hangi hakların mutlak bir hak olduğu hususunda görüş ayrılıkları yaşanmıştır. Dürüstlük kuralının da bir mutlak hak olup olmadığı Türk-İsviçre doktrininde uzun yıllardır tartışılmış olup, buna ilişkin görüşlere aşağıda 2 nolu başlık altında düzenlenen “Dürüstlük Kuralının Bir Koruma Normu Olup Olmadığı Sorunu” kısımda yer verilecektir.

Öte yandan mutlak hakların neler olduğunu tartışılmasının ve belirlenmesinin önemi objektif hukuka aykırılık görüşüne göre hukuk aykırılık bağının kurulması açısından büyük değer taşımaktadır. Zira objektif hukuka aykırılık teorisine göre bir mutlak hakkın ihlali halinde başkaca bir şey aranmaksızın hukuka aykırılık unsuru sağlanacaktır. Yani mutlak hakkın ihlalini gerçekleştiren eylemin bir davranış normunu ihlal edip etmediği ayrıca araştırılmayacak ve eylemin hukuka aykırı olduğu kabul edilecektir. Nitekim doktrinde de işbu husus “Bir şahsın diğer birinin mutlak hakkını ihlale yönelik fiili, bu ihlal bakımından hukuka aykırılığı engelleyen bir sebep bulunmadıkça hukuka aykırı olduğu gibi, davranış mutlak hakkı ihlale yönelik olmasa bile böyle bir hakkı ihlal sonucuna yol açmışsa gene de bu sebeple hukuka aykırıdır.”[14] şeklinde açıklanmıştır. Objektif hukuka aykırılık teorisinin bu yaklaşımı sonucun hukuka aykırılığı olarak adlandırılmış ve bir mutlak hakkın ihlal edilmesi halinde zarar verici eylemin hukuka aykırı olduğunun kabulü gerekeceği belirtilmiştir.

Öte yandan zarara sebebiyet veren kişi, zarar gören kişinin mutlak bir hakkını ihlâl etmeksizin, onun mutlak hakları dışında kalan bir hakkını veya menfaatini korumayı amaçlayan bir davranış kuralını ihlâl etmek suretiyle zarara sebebiyet verdiği takdirde, davranışın hukuka aykırılığı söz konusu olmaktadır.[15] Objektif hukuka aykırılık teorisinin mutlak haklar dışında kalan hakların ve menfaatlerin ihlaline ilişkin bu yaklaşımı ise davranışın hukuka aykırılığı olarak ifade edilmiştir. Davranışın hukuka aykırılığı yaklaşımı uyarınca mutlak hak dışında kalan bir menfaatin veya hakkın ihlalinde özel bir koruma normunun mevcut olup olmadığı araştırılacak, özel bir koruma normunun olmadığı tespit edilirse de davranışın hukuka aykırı olmaması nedeni ile haksız fiil sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.

Hukukumuzda bazı özel koruma normlarına, dolandırıcılık suçunun düzenlendiği TCK m.157[16], destekten yoksun kalma tazminatının düzenlendiği TBK m. 53[17] ve haksız rekabet hükümlerinin düzenlendiği TBK m. 57 ile TTK m. 54[18] örnek verilebilir. Söz konusu özel koruma normları ile mutlak hak niteliğinde olmayan bazı hak ve menfaatler de koruma altına alınmıştır. Böylece işbu menfaatleri koruma altına alan davranış kurallarının ihlal edilmesi halinde zarar TBK m. 49/1 uyarınca tazmin edilebilecektir. Ancak işbu davranış kurallarının düzenlenmemiş olması ihtimalinde, yukarıdaki hak ve menfaatlerin mutlak hak niteliğinde olmaması ve özel bir koruma normu ile korunmamaları nedeniyle meydana gelen zarar, TBK M. 49/2 saklı olmak üzere[19], tazmin edilmeyecektir.

Görüldüğü üzere objektif hukuka aykırılık teorisinin taraftarları, korunması gereken haklar bakımından ayrıma gitmiş ve hangi zararlarların tazmin edilip edilmeyeceği hususunda farklı esaslar belirlemiştir. Teori uyarınca mutlak hakların ihlali sonucunda oluşan zararların tazmininde eylemin hukuka aykırılık sağlaması için ayrıca davranışın hukuka aykırı olup olmadığı tartışılmamış ancak mutlak hak niteliğinde olmayan menfaatlerin ihlali sonucu meydana gelen zararların tazmini için davranışın özel bir koruma normunu ihlal edip etmediği araştırılmıştır. Dürüstlük kuralının bir koruma normu olarak kabul edilip edilmeyeceği de bu açıdan büyük önem arz etmektedir.

1.3 Üçüncü Hukuka Aykırılık Teorisi

Üçüncü hukuka aykırılık teorisi taraftarları, subjektif ve objektif hukuka aykırılık teorilerinin hukuka aykırılık unsurunu açıklamakta yetersiz kaldığını ileri sürerek; hukuka aykırılığın bir mutlak hak ihlâli ya da özel koruma normuna aykırılığı esas alınarak değil, genel bir davranış yükümlülüğünün ihlâli esas alınarak tanımlanması gerektiğini savunmuştur.[20]

Söz konusu teoriye göre, objektif teorinin aksine, mutlak haklar ve diğer menfaatler arasında veya temel koruma normları ile özel koruma normları arasında bir ayrıma gidilmemiştir. Tam tersine yukarıdaki tanımdan da anlaşılacağı üzere hukuka aykırılığın, zarar farketmeksizin, hukukun belli bir şekilde davranılmasını emrettiği davranış kurallarına aykırı davranılması halinde söz konusu olacağı savunulmuştur.[21] Buna göre üçüncü hukuka aykırılık teorisi ile birlikte mutlak haklar bakımından genel kabul gören sonucun hukuka aykırılığın yaklaşımı terk edilmiş ve bunun yerine mutlak haklar için de davranışın hukuka aykırılığı yaklaşımı benimsenmiştir.[22]

Ancak mutlak hak ihlallerinde de sonuca bakılmayarak genel bir davranış yükümlülüğünün ihlal edilip edilmeyeceğine bakılacağı için; eğer bir kimsenin davranışı, hukuk düzenine uygun, başka bir deyişle “toplumsal açıdan eksiksiz” olmakla birlikte yine de bir mutlak hak ihlali ile sonuçlanıyorsa, artık bu davranışın hukuka aykırı olarak nitelendirilmemesi gerekecektir.[23] Türk-İsviçre doktrininde hala hakim görüş objektif hukuka aykırılık teorisi olmakla birlikte üçüncü hukuka aykırılık görüşü de doktrinde büyük bir etki yaratmıştır.

2. DÜRÜSTLÜK KURALININ BİR KORUMA NORMU OLUP OLMADIĞI SORUNU

Yukarıda da açıklandığı üzere Türk-İsviçre doktrininde hakim görüş objektif hukuka aykırılık teorisidir. İşbu nedenle dürüstlük kuralının temel bir koruma normu, bir mutlak hak, olarak kabul edilip edilmeyeceği hususu büyük önem taşımaktadır.

Zira objektif hukuka aykırılık teorisi uyarınca dürüstlük kuralının bir mutlak hak olarak kabul edilmesi halinde sonucun hukuka aykırılığı yaklaşımı gereği davranışın hukuka aykırı olup olmadığı, özel bir norm aranmaksızın, araştırılmadan dürüstlük kuralına aykırı eylem sonucu meydana gelen zarar tazmin edilecektir.

Ancak dürüstlük kuralının temel bir koruma normu olmadığı takdirde, zarara sebebiyet veren dürüstlük kuralına aykırı eylemin, davranışın hukuka aykırılığı gereği, özel bir koruma normu ile yasaklanıp yasaklanmadığı veya zararın koruma altına alınmadığı araştırılacaktır. Özel bir koruma normunun bulunmaması halinde ise TBK m. 49/2 gündeme gelecek ve eylemin zarar verme kastı ile gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği değerlendirilerek, kast unsurunun sağlanmaması halinde zarar tazmin edilmeyecektir.

İşbu nedenle Türk-İsviçre doktrininde de dürüstlük kuralının mutlak bir hak olup olmadığı tartışmalı olmakla birlikte hakim görüş dürüstlük kuralının bir mutlak hak derecesinde değerlendirilemeyeceği gibi, üçüncü kişilerin malvarlığını zarara uğramaktan korumayı amaçlayan bağımsız bir koruma normu olarak kabul edilmeyeceği yönündedir.[24]

Ancak İsviçre Ön Tasarısı’nda hukuka aykırılık unsurunun tanımlanarak zararın dürüstlük kuralına aykırı bir fiille meydana gelmesi halinde hukuka aykırı sayılacağının belirtilmesi nedeni ile tartışma yeniden alevlenmiştir.

2.1 Dürüstlük Kuralını Koruma Normu Kabul Eden Görüş

Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralını bir koruma normu olarak kabul eden yazarlar, genel davranış kuralı olarak dürüstlük kuralına aykırı hareketin ve özellikle bir hakkın kötüye kullanılmasının yöneldiği kişiye karşı hukuka aykırı bir fiil oluşturup haksız fiil sorumluluğuna yol açacağını ifade etmektedir.[25]

Söz konusu görüşe göre dürüstlük kuralı tıpkı bir kimsenin yaşama hakkı, vücut bütünlüğü veya mülkiyet hakkı gibi temel bir koruma normu içermektedir.[26] Dolayısıyla dürüstlük kuralı bir fiille zarar verilmiş olması halinde temel bir koruma normu ihlal edilmiş sayılacak ve zarar, salt malvarlığı zararı olsa dahi, tazmin edilebilecektir. İşbu hususun da kanun koyucunun iradesine aykırı olduğu söylemek mümkündür. Zira kanun koyucu her hakkı aynı şekilde korumamış, bazı haklara diğerlerine göre üstünlük tanıyarak bir haklar hiyerarşisi[27] oluşturmuş ve salt malvarlığı zararlarına sınırlı bir koruma getirmiştir.

Öte yandan öğretide bir başka ve baskın görüş, dürüstlük kuralının bir koruma normu olarak kabul edilebilmesi için taraflar arasında sosyal temasın gerekli olduğunu, tarafların arasındaki ilişkin rastlantısal olması halinde ise bir koruma normu teşkil etmeyeceğini ifade etmiştir.[28]

Ancak Widmer/Wessner Tasarısı olarak da adlandırılan İsviçre Ön Tasarısı’nda, Türk Borçlar Kanunu’nun aksine hukuka aykırı davranış da tanımlanmış ve dürüstlük kuralına aykırı davranış hukuka aykırı olarak kabul edilmiştir. Nitekim Tasarı’nın 46. maddesinde “Hukuka aykırılık” kenar başlıklı Ön Tasarı md. Art. 46/ f.1 hükmüne göre, “hukuk düzeni tarafından korunan bir hakkın ihlâli, hukuka aykırıdır”. Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre ise, “bir kişinin hukuk düzeninin emir ve yasaklarına, doğruluk ve dürüstlük kuralına veya sözleşmesel yükümlülüklerine aykırı davranışından kaynaklanan zarar hukuka aykırıdır.”[29]

Gerçekten de Ön Tasarı’da hukuka aykırılık unsuru tanımlanmış ve açıkça TMK m. 2’de düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı davranışın hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Fakat bu tasarı hükümlerinde uzlaşma sağlanamamış ve kadük[30] olmuştur. İlgili Tasarı’nın kabul edilmiş olması halinde ise objektif hukuka aykırılık görüşü varlığını sürdürmekle birlikte dürüstlük kuralına aykırı davranış direkt hukuka aykırı sayılacak ve salt malvarlığı zararlarının da tazmininin yolu açılacağı ile; mutlak haklar bakımından sonucun hukuka aykırılığı yaklaşımı, diğer menfaatler için ise davranışın hukuka aykırılığı yaklaşımı devam edileceği söylenebilir.

Ancak ilgili Ön Tasarı’nın üzerinde uzlaşma sağlanamayarak kadük olması, kanun koyucunun korunan haklar arasında bir hiyerarşi oluşturması nedeni ve dürüstlük kuralının bazı özel normlar ile koruma altına alındığı düşünülecek olursa, mevcut düzenlemelerde dürüstlük kuralının mutlak bir hak olmadığı gibi direkt bir koruma normu olarak da kabul edilemeyeceği görüşündeyim.

2.2 Dürüstlük Kuralını Koruma Normu Kabul Etmeyen Görüş

Dürüstlük kuralını temel bir koruma normu kabul etmeyen görüş, hukuka aykırılık unsurunun fonksiyonun haksız fiil sorumluluğunun sınırlandırmak olduğu temeli ile TMK m. 2’de düzenlenen dürüstlük kuralının tek başına koruma normu kabul edilmesinin sorumluluk sınırlarını aşırı derecede genişleterek sosyal hayattaki hareket imkanını ortadan kaldıracağını savunmuştur.[31]

Öte yandan TMK m. 2’de düzenlenen dürüstlük kuralının bağımsız bir yükümlülükten ziyade hukukun uygulanması kuralı yarattığı, hakların kullanılmasında ve borçların ifasında uygulandığı, ileri sürülmüş ve koruma normu olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir.[32] Bununla birlikte dürüstlük kuralının taraflar arasında hukuki bir bağlantının bulunduğu durumlarda uygulanan bir hüküm olduğu, ancak haksız fiil sorumluluğunun tesadüfi nitelikte olaylarda doğduğu belirtilerek; dürüstlük kuralının bir koruma normu olarak kabul edilmesinin haksız fiil hukuku ile bağdaşmayacağı savunulmuştur.[33]

Ayrıca dürüstlük kuralını koruma normu kabul etmeyen görüşün savunucuları, TMK m. 2’nin başlı başına bir koruma normu olarak kabul edilmesi halinde TBK m. 49/2’nin uygulama alanı kalmayacağı ve hükmün anlamsız olacağını ifade etmişlerdir.[34] Zira ahlaka aykırı ve kasti bir davranışın dürüstlük kuralına göre daha ağır bir fiil olup ancak haksız fiil sorumluluğuna yol açarken, daha hafif bir fiil olan dürüstlük kuralına aykırı davranışların hukuka aykırı kabul edilmesinin kabul edilemeyeceği belirtilmiştir.[35]

Gerçekten de her ahlaka aykırı fiilin dürüstlük kuralını da ihlal ettiği ya da dürüst davranma ilkesinin ahlaka uygun davranmayı da kapsadığı ve aralarındaki bağlantı düşünülecek olursa, dürüstlük kuralının bir koruma normu olarak kabul edilmesi halinde TBK m. 49/2 absorbe edilecek ve uygulama alanı bulamayacaktır. Zira daha önce de belirtildiği üzere TBK m. 49/2 istisna bir hüküm olup; dürüstlük kuralının koruma normu olarak kabul edilmesi halinde dürüstlük kuralına aykırı fiil neticesinde ortaya çıkan zarar TBK m. 49/1 uyarınca tazmin edilebilecektir.

Bununla birlikte dürüstlük kuralının bir koruma normu kabul edilmesi halinde mahkemeler somut gerekçelere ve kanuni dayanağı bulunan kararlar yerine, tamamen hakkaniyeti gözeterek kendi takdir yetkileriyle zararları tazmin edebilecektir.[36] İşbu nedenle mahkeme kararları arasında tutarlılık olmayacağı; bazı zararların tazmin edilirken, bazılarının tazmin edilmemesinin hukuki güvenilirliği sorgulatacağı ve bireylerin davranışlarının hukuka aykırı olup olmadığı hususunda şüpheye düşeceği kanaatindeyim.

Ancak, 3 nolu başlık altında da ayrıntılarına değineceğimiz üzere, objektif hukuka aykırılık teorisine sıkı sıkıya bağlı kalıp dürüstlük kuralının koruma normu olarak kabul edilmemesi nedeniyle bazı zararların tazmin edilememesi hakkaniyete ve adalet duygusuna ters düşmüş ve Türk-İsviçre hukukunda işbu zararların tazmini için dürüstlük kuralı temel alınarak yeni hukuki yollara başvurulmuştur.

3. SALT MALVARLIĞI ZARARLARI

Türk Borçlar Kanunu’nun 49/1 maddesinde zararın tanımı da gerçekleştirilmemiş olup; zarar, doktrinde zarar görenin malvarlığındaki irade dışı eksilme olarak tanımlanmıştır.[37] Doktrinde zarara ilişkin bir takım ayrımlar gerçekleştirilmiş[38] ve salt malvarlığı zararının, zarar görenin mutlak haklarının ihlali dışında rızası olmadan ekonomik olarak yaşamış olduğu kayıpları ifade ettiği belirtilmiştir.[39]

Ancak Türk-İsviçre doktrininde objektif hukuka aykırılık teorisi kabul edilmesi nedeni ile mutlak hak ihlalleri dışında oluşan zararların tazmini için özel bir koruma normu varlığı aranmış, özel bir koruma normu bulunmaması halinde ise salt malvarlığı zararları tazmin edilmemiştir. Doktrin tarafından da özellikle dürüstlük kurallarına aykırı fiillere salt malvarlığı zararının doğmasına sebebiyet verilmesi halinde zararın tazmin edilememesi eleştirilmiştir.

Zira salt malvarlığı zararları ancak menfaatin özel bir koruma normu ile korunması halinde ya da özel bir koruma normu olmasa dahi TBK m. 49/2 uyarınca ahlaka aykırı bir fiilin başkasına zarar vermek kastı ile gerçekleştirilmesi halinde tazmin edilebilecektir. Ancak TBK m. 49/2’nin uygulama alanının da istisnai olması nedeni ile salt malvarlığı zararları tazmin edilemeyecektir.

Gerçekten Türk Borçlar Kanunu’nun 49/2 maddesi, haksız fiilin tanımlandığı TBK m. 49/1’den farklı olarak zarar verici eylemin ahlaka aykırı olmasını ve zararın kasten verilmesini aramıştır. İşbu hükmün istisnai bir hüküm olduğu ve uygulama alanın dar olduğu aşikardır. Dolayısıyla mutlak hak niteliğinde olmayan diğer hak ve menfaatlere,  kast derecesine varmayan ancak kusurlu bir fiille veya ahlaka aykırı olmayan bir eylemle zarar verilmesi halinde dahi zarar tazmin edilemeyecektir.

İşte bu noktada özellikle de zarar verenin dürüstlük aykırı fiilleri ile oluşan salt malvarlığı zararlarının tazmin edilememesinin hakkaniyete uygun düşmediği gözetilerek objektif hukuka aykırılık teorisinin sınırlarını genişleten bir takım hukuki yollara başvurulmuştur.[40]

Mahkemeler zaman zaman, doktrinde tartışmalara yol açan kablo davalarında olduğu gibi, mevcut normların koruma kapsamını genişletirken,[41] bazen de dürüstlük kuralı temelli yazılı olmayan yeni davranış normları yaratmıştır. Çalışmamız dürüstlük kuralının haksız fiil sorumluluğu üzerindeki etkisi olması nedeniyle aşağıda salt malvarlığı zararlarının dürüstlük kuralının temel alınarak tazmin edildiği bazı kararlara yer verilecektir.

Türk-İsviçre hukukunda zarar gören ile zarar veren arasında sözleşmesel bir ilişki bulunmadan zarar verenin kusuru veya ihmali nedeniyle yanlış bilgi vermesi neticesinde, bir mutlak hak ihlali bulunmadan, oluşan salt ekonomik zararın tazmin edilememesi hakkaniyet duygusuna uygun düşmediği gözetilmiş ve mahkeme içtihatları ile, esasında özel koruma normu bulunmamasına rağmen, dürüstlük kuralı temel alınarak üçüncü kişinin doğru bilgi verme yükümü olduğu, buna aykırı davranılması halinde ise salt ekonomik zararın tazminine karar verilmiştir.[42]

Nitekim İsviçre Federal Mahkemesi bazı kararlarında bankaların sözleşmesel ilişki dışında vermiş olduğu yanlış bilgiler neticesinde oluşan salt ekonomik zararların tazminin gerektiği belirtmiş ve TMK m. 2’yi temel alarak doğru bilgi verme yükümlülüğü şeklinde yazılı olmayan bir norm yaratmıştır.[43] İşbu kararlardan anlaşılacağı üzere mahkemeler tarafından dürüstlük kurallarına aykırı şekilde verilen bilgiler neticesinde oluşan salt malvarlığı zararlarının tazmin edilmemesinin hakkaniyete aykırı olduğu göz önüne alınarak objektif hukuka aykırılık teorisinin sınırları esnetilerek salt malvarlığı zararlarının, herhangi bir özel koruma normu olmamasına rağmen, tazminine karar vermiştir. Ancak Mahkeme bununla birlikte sadece yanlış bilgi verilmesinin hukuka aykırı sayılamayacağı aksinin haksız fiil sorumluluğunun sınırlarını çok genişleteceğini gözeterek bilgi verenin uzmanlığı nedeniyle kendisine başvurulmuş olması, bilginin önemli olduğunu bilmesi gibi bir takım kriterler getirilmiştir.[44]

Yargıtay da bir kararında THY şirketinin İdare’ye vermiş olduğu yanlış bilgi neticesinde para cezası kesilmesi nedeni ile zarara uğrayan memurun THY şirketine açmış olduğu tazminat davasını herhangi bir kriter de oluşturmadan, Federal Mahkeme’nin aksine, “Ne var ki davalı kurumun verdiği yanlış bilgi nedeniyle davacı yurda çağrılmış ve idari cezalara muhatap olmuştur. Açıklanan nedenlerle manevi tazminat isteminin koşullarının oluştuğu gözetilmeden ve maddi tazminata ilişkin deliller değerlendirilerek bir sonuca varmak gerekirken yerel mahkemece davanın reddedilmiş olması bozmayı gerektirir.” sadece yanlış bilgi verildiği gerekçesiyle kabulüne karar verilmesi gerektiğini belirterek yerel mahkeme kararını bozmuştur.[45]

Öte yandan doktrin ve mahkeme içtihatları ile yine dürüstlük kuralı temel alınarak güven sorumluluğu olarak adlandırılan yeni bir sorumluluk türü üretilmiş ve sözleşmesel ilişki dışında üçüncü kişiler nezdinde yaratılan güvenin dürüstlük kurallarına aykırı bir şekilde boşa çıkarılarak zarara sebebiyet verilmesi halinde güven yaratanın zarardan sorumlu olduğu ifade edilmiştir.[46] Güven sorumluluğu ne sözleşmesel ne de haksız fiil sorumluluğu olup, dayandığı esaslar hakkında farklı görüşler bulunmakla birlikte,[47] kendine özgü bir sorumluluk türü olduğu ve mevcut normlar ile kabul edilen teorilerin zararların tazmin edilmesinde yetersiz kalması nedeni ile ortaya çıktığı söylenebilir.[48]

Güven sorumluluğu Yargıtay kararlarında da “Güven sorumluluğunun Türk Pozitif Hukuku’nda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte;Türk Hukuk Öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukuki görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamalı, zarar ile yaratılan hukuki görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukuki kurumların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukuki görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyiniyeti bulunmalıdır (Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s.268).”[49] şeklinde tanımlanarak, haksız fiil veya sözleşmesel sorumluluğunun devreye girmediği durumlarda, yaratılan güvene inanmakta haklı olan iyi niyetli zarar görenin zararının karşılanması gerektiği belirtilmiştir.

Görüldüğü üzere Türk-İsviçre hukukunda objektif hukuka aykırılık teorisinin kabul edilmesi ve dürüstlük kuralının çoğunluk tarafından koruma normu olarak görülmemesi nedeni ile dürüstlük kuralına aykırı davranışlarla sebebiyet verilen bazı salt malvarlığı zararlarının tazmin edilmemesi adalet duygusuna ters düşmüş ve bu durumlarda dürüstlük kuralı temel alınarak bilgi vermeden sorumluluk, güven sorumluluğu gibi yeni hukuki yollara başvurulmuştur. Aynı zamanda bu yeni hukuki yolların uygulanabilmesi için kriterler belirlenmiş ve kişilerin hareket serbestisi engelleyecek şekilde kullanılmamasına gayret gösterilmiştir.

III. SONUÇ VE KANAAT

Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde düzenlenen dürüst davranma başlığını taşıyan dürüstlük kuralı ile hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı davranışları hukuk düzeni korumayacağı kanun lafzında ifade edilmekle birlikte Türk-İsviçre doktrininde dürüstlük kuralına aykırı davranışın hukuka aykırı sayılıp haksız fiil sorumluluğuna yol açıp açmayacağı uzun yıllardır tartışılagelmektedir.

Zira haksız fiil sorumluluğunun tanımını yapan Türk Borçlar Kanunu’nun 49/1 maddesinde haksız fiillerin unsurları sayılmış ancak unsurların tanımları gerçekleştirilmemiştir. Hukuka aykırılık unsurunun nasıl tanımlanacağı hususunda doktrinde önemli tartışmalar yaşanmış ve hukuka aykırılık unsurunun tanımı hususunda objektif, subjektif ve üçüncü hukuka aykırılık teorileri üretilmiştir.

Türk-İsviçre doktrininde hakim görüş objektif hukuka aykırılık teorisi olup, işbu teori uyarınca mutlak hakların ihlali halinde eylemin genel bir davranış yükümlülüğünü ihlal edip etmediğine bakılmasızın hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş sayılmaktadır. Doktrinde bu husus sonucun hukuka aykırılığı olarak adlandırılmaktadır. Bununla birlikte mutlak hak niteliğinde olmayan diğer bir hakkın veya menfaatin ihlali halinde davranışın hukuka aykırılığı olarak adlandırılan yaklaşım benimsenecek ve zarar verici eylemi yasaklayan bir özel normun mevcudiyetine bakılacaktır. Özel koruma normlarına destekten yoksun kalma tazminatı ile haksız rekabet hükümleri örnek verilebilir olup, işbu hükümlerin düzenlenmemiş olması halinde eylemin ancak TBK m. 49/2 uyarınca ahlaka aykırı ve zarar verme kastı gerçekleştirilmesi halinde haksız fiili sorumluluğu söz konusu olacaktır.

İşte bu noktada dürüstlük kuralının bir koruma normu teşkil edip etmediği önem taşımakta olup, dürüstlük kuralının bir mutlak hak gibi koruma normu olduğunun kabulü halinde TBK m. 49/2’nin uygulama alanı kalmayacak ve her dürüstlük kuralına aykırı fiil sonucu meydana gelen zarar niteliğine bakılmaksızın tazmin edilebilecektir. Nitekim İsviçre Ön Tasarısı’nın 46. maddesinde hukuka aykırılık unsuru tanımlanarak dürüstlük kuralına aykırı fiillerin hukuka aykırı sayılacağı düzenlenmiştir.

Ancak ilgili Tasarı’nın kadük olması; kanun koyucunun korunan haklar arasında bir hiyerarşi oluşturması; dürüstlük kuralının bir koruma normu kabul edilmesi halinde mahkeme kararları arasında tutarlılık olmayacağı; bazı zararların tazmin edilirken, bazılarının tazmin edilmemesinin hukuki güvenilirliği sorgulatacağı;  Türk Borçlar Kanunu’nun 49/2 maddesi ile dürüstlük kuralının özel koruma normlarında açıkça ifade edilerek koruma altına aldığı haksız rekabet hükümleri gibi kanun maddelerinin de varlığı karşısında dürüstlük kuralının bir koruma normu olarak kabul edilemeyeceği görüşündeyim.

Fakat objektif hukuka aykırılık teorisine sıkı sıkıya bağlı kalınarak, dürüstlük kuralının koruma normu olarak kabul edilmemesi ve TBK m. 49/2’nin ise uygulama alanının çok dar olup istisna bir hüküm olması nedeni ile mutlak hak niteliğinde olmayan hak ve menfaatlerin ihlali halinde hakkaniyete ve adalet duygusuna aykırı kararlar verildiği şüphesizdir. Nitekim işbu nedenle doktrin ve mahkeme içtihatları ile objektif hukuka aykırılık teorisinin uygulama alanı genişletilmeye çalışmış ve dürüstlük kuralını temelli güven sorumluluğu, yanlış bilgi vermeden kaynaklı sorumluluk gibi yeni hukuki yollara başvurulmuştur. Aynı zamanda bu yeni hukuki yolların uygulanabilmesi için kriterler belirlenmiş ve kişilerin hareket serbestisi engelleyecek şekilde kullanılmamasına gayret gösterilmiştir.

İşbu nedenle adalet ve hakkaniyet duygusuna aykırı olarak tazmin edilemeyen salt malvarlığı zararlarının tazmin edilebilmesi için bir takım kriterlerin belirlenerek mahkeme içtihatları ile somutlaştırılması ve dürüstlük kuralının istisnai olarak yazılı olmayan bir davranış kuralı olarak kabul edilmesi görüşündeyim.

KAYNAKÇA

BÜYÜKSAĞİŞ, Erdem, Yeni-Sosyo Ekonomik Boyutuyla Maddi Zarar Kavramı, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 1. Bası, 2007

ÇAĞLAYAN AKSOY, Pınar, Hukuka Aykırılık ve Ahlaka Aykırılık Unsurları Çerçevesinde Salt Malvarlığı Zararlarının Tazmini, Ankara, On İki Levha Yayıncılık, 1. Baskı, 2016

ÇAKIRCA, Seda İrem, Türk Sorumluluk Hukukunda Yansıma Zararı Kuramı, Doktora Tezi, İstanbul, 2011

DURAL, Mustafa / SARI, Suat, Türk Özel Hukuku Cilt I Temel Kavramlar ve Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri, İstanbul, Filiz Kitabevi, 6. Baskı, 2011

HATEMİ, Hüseyin / GÖKYAYLA, Emre, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2. Bası, 2012

KAVAK, Yalçın, Medeni Hukukun Temel Kavram ve Kurumları, İstanbul, Legal Yayıncılık, 2. Baskı, 2019

KURTULAN GÜNER, Gökçe, Haksız Fiilde Hukuka Aykırılık Unsuru, Marmara Üniversitesi Hukuk FakültesiHukuk  Araştırmaları Dergisi, C. 23, S.1, 2017

OĞUZMAN, Kemal / ÖZ, Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt II, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 11. Baskı, 2014

SANLI, Kerem Cem, Haksız Fiil Hukukunun Ekonomik Analizi Hukuk ve Ekonomi Öğretisi, Denizli, Arıkan Basım, 1. Bası, 2007

YÜKSEL, Elif, Haksız Fiil Sorumluluğu Kapsamında Saf Ekonomik Zararların Tazmini, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2018/1

Elektronik Kaynaklar

https://www.lexpera.com.tr
https://sozluk.gov.tr/

[1] DURAL, Mustafa / SARI, Suat, Türk Özel Hukuku Cilt I Temel Kavramlar ve Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri, İstanbul, Filiz Kitabevi, 6. Baskı, 2011, s. 225

[2] KAVAK, Yalçın, Medeni Hukukun Temel Kavram ve Kurumları, İstanbul, Legal Yayıncılık, 2. Baskı, 2019, s. 242

[3]Ibid, s. 253

[4] OĞUZMAN, Kemal / BARLAS, Nami, Medeni Hukuk, Giriş- Kaynaklar- Temel Kavramlar, İstanbul, 10. Bası, 2003, s.167 (DURAL/SARI, op. cit.,s. 225’den naklen)

[5] DURAL/SARI, op. cit.,s. 226

[6] TBK M. 57 “Gerçek olmayan haberlerin yayılması veya bu tür ilanların yapılması ya da dürüstlük kurallarına aykırı diğer davranışlarda bulunulması yüzünden müşterileri azalan veya onları kaybetme tehlikesiyle karşılaşan kişi, bu davranışlara son verilmesini ve kusurun varlığı hâlinde zararının giderilmesini isteyebilir.”, TTK M. 54 “(1) Haksız rekabete ilişkin bu Kısım hükümlerinin amacı, bütün katılanların menfaatine, dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır. (2) Rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar haksız ve hukuka aykırıdır.”

[7] TBK M. 34 “Yanılan, yanıldığını dürüstlük kurallarına aykırı olarak ileri süremez”

[8] HMK M. 29 “(1) Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. (2) Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler”

[9] ÇAĞLAYAN AKSOY, Pınar, Hukuka Aykırılık ve Ahlaka Aykırılık Unsurları Çerçevesinde Salt Malvarlığı Zararlarının Tazmini, Ankara, On İki Levha Yayıncılık, 1. Baskı, 2016, s. 32

[10]Ibid, s. 218

[11] OĞUZMAN, Kemal / ÖZ, Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt II, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 11. Baskı, 2014, s. 14

[12]Ibid, s. 14

[13]Ibid, s. 161

[14] OĞUZMAN/ÖZ, op. cit.,s. 15

[15] ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit.,s. 172

[16] TCK M. 157 “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.”

[17] TBK M. 53 “Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle şunlardır: 1. Cenaze giderleri. 2. Ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar. 3. Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar”

[18] Bak. s. 3

[19] TBK m. 49/2 “Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

[20] ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit.,s. 225

[21]Ibid, s. 225

[22] KURTULAN GÜNER, Gökçe, Haksız Fiilde Hukuka Aykırılık Unsuru, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk  Araştırmaları Dergisi, C. 23, S.1, 2017, s. 478

[23]Ibid, s. 478

[24] ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit. s. 202

[25] OĞUZMAN/ÖZ, op. cit.,s. 20

[26] KURTULAN GÜNER, op. cit.,s. 498

[27] Haklar hiyerarşisi için Bak. YÜKSEL, Elif, Haksız Fiil Sorumluluğu Kapsamında Saf Ekonomik Zararların Tazmini, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2018/1, s. 579 vd.; BÜYÜKSAĞİŞ, Erdem, Yeni-Sosyo Ekonomik Boyutuyla Maddi Zarar Kavramı, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 1. Bası, 2007, s. 82 vd.; SANLI, Kerem Cem, Haksız Fiil Hukukunun Ekonomik Analizi Hukuk ve Ekonomi Öğretisi, Denizli, Arıkan Basım, 1. Bası, 2007, s. 348 vd.

[28] YÜKSEL, op. cit.,s. 599

[29] ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit.,s. 258

[30] TDK “yasama meclisinin değişmesi ile önceden sunulan yasa tasarıları değerini yitirmek, görüşme dışı kalmak”

[31] ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit., s. 403 vd.

[32] YÜKSEL, op. cit., s. 600

[33] ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit., s. 202

[34] YÜKSEL, op. cit., s. 600

[35] KURTULAN GÜNER, op. cit.,s. 499

[36]Honsell, Heinrich: SchweizerischesHaftpflichtrecht, 4. Aufl, Zürich 2005, s.752 (ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit., s. 404’den naklen)

[37] OĞUZMAN/ÖZ, op. cit.,s. 38

[38] Ayrımlar için Bak. OĞUZMAN/ÖZ, op. cit.,s. 40 vd.; BÜYÜKSAĞİŞ, op. cit., s. 53 vd.; HATEMİ, Hüseyin / GÖKYAYLA, Emre, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2. Bası, 2012, s. 124 vd.; SANLI, op. cit., s. 320 vd.

[39] BÜYÜKSAĞİŞ, op. cit.,s. 101

[40] ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit.,s. 183

[41] Bak. BÜYÜKSAĞİŞ, op. cit.,s. 116 vd.; SANLI, op. cit.,s. 339 vd.; ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit.,s. 292 vd.

[42] ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit.,s. 187 vd.

[43] Bak. BÜYÜKSAĞİŞ, op. cit.,s. 106 vd.; ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit.,s. 187 vd.

[44] ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit.,s. 188

[45] Y. 4 HD. 22.10.1998 T., 8321 E., 8074 K. (https://www.kazanci.com.tr)

[46] ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit.,s. 205

[47] Görüşler için Bak. ÇAKIRCA, Seda İrem, Türk Sorumluluk Hukukunda Yansıma Zararı Kuramı, Doktora Tezi, İstanbul, 2011

[48] ÇAĞLAYAN AKSOY, op. cit.,s. 204

[49] Y. HGK. 10.02.2010 T., 39 E., 71 K. (https://www.lexpera.com.tr); Aynı yönde Bak. Y. HGK. 30.01.2013 T., 2012/670 E., 171 K. (https://www.lexpera.com.tr), Y. HGK. 16.05.2019 T., 2018/976 E., 571 K. (https://www.lexpera.com.tr)

Similar Posts